13 Mayıs 2008 Salı

Midas Gibi Adam: Christoph Daum




“Dünyada hakkı en az teslim edilmiş teknik direktörler kimdir?” diye bir soruyla karşılaşacak olursam vereceğim ilk cevaplardan biri kesinlikle Christoph Daum olur. Ne Almanya’da, ne de “ikinci vatanım” dediği Türkiye’de bu adam hak ettiği saygıyı bir türlü göremedi. Üstelik her iki ülkede de son 20 yılın en başarılı birkaç teknik direktöründen biriyken.

28 yaşındaki antrenörlük yaşamına başladı Daum. Köln Spor Akademisi’ni bitirmesinin ardından 1. FC Köln’ün amatör takımının antrenörlüğüne getirildi. Bu dönemde Köln’ün profesyonel takımını çalıştıran efsane teknik adam Rinus Michels’den de bizzat feyz alma şerefine nail oldu.

1986/87 sezonuyla birlikte Köln’de teknik direktörlük mevkiine de geçiş yaptı Daum. Takım o sezonu 10. sırada tamamlasa da sonraki üç sezon şampiyonluğa oynadı, önce bir üçüncülük, sonra da iki ikincilik kazandı. Kulüpteki son sezonunda lig ikinciliğinin yanı sıra UEFA Kupası’nda da yarı final oynadı (ertesi yıl Şampiyon Kulüpler Kupası’nı alacak Kızılyıldız’ı eleyerek hem de) ama Juventus’a 2-3 ve 0-0’lık sonuçlarla diş geçiremedi. Juventus finalde de Fiorentina’yı geçip kupayı alacaktı zaten.

1990/91 sezonunda Stuttgart’ın başına geçti Daum. İlk sezonda bir altıncılık, sonrasında yine müthiş bir başarı öyküsü ve 1991/92 sezonunun son haftasında gelen şampiyonluk. Ancak bu vesileyle katıldıkları Şampiyon Kulüpler Kupası, Daum’un kariyerindeki iki büyük eksiden ilki olacaktı. İlk turda Leeds United ile yapılan maçların ikincisinde üç yerine dört yabancı oynattı Daum. Normalde ilk maçı 3-0 kazanan Stuttgart, 4-1 kaybettiği rövanşın ardından deplasman golü kuralı gereğince turu geçen taraf olacaktı ama malum hata nedeniyle maç 3-0 Leeds lehine tescil edildi ve ortaya çıkan 3-3’lük eşitlik sonrası Barcelona’da bir play-off maçı oynanması kararlaştırıldı. Bu maçı Leeds 2-1 kazanınca Stuttgart elindeki turu yok yere rakibine vermiş oldu.

Bu hadise sonrası Daum Stuttgart’ta barınamadı. Kendisini yeniden ispatlayacağı yerse Beşiktaş olacaktı. Daum 1994 yılının başlarında siyah-beyazlılara imza attığında takım ligdeki iddiasını neredeyse tamamen yitirmişti ama yeni çalıştırıcısının getirdiği havayla önce Türkiye Kupası’nı, hemen ardından da Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazandı. Ertesi yıl da ligde şampiyonluk geldi.

Daum’un Beşiktaş’taki sonunu hazırlayan olaysa 1995/96 sezonunda Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Rosenborg’a elenilmesiydi. Tabii o Rosenborg’un sadece bir sene sonra Şampiyonlar Ligi’nde Milan’ı saf dışı bırakıp çeyrek final oynayacağını o zamanlar henüz bilen yoktu ve ligde de Fenerbahçe ile Trabzonspor’un gerisinde kalınmasıyla birlikte Daum’un bileti kesildi.

Beşiktaş’tan sonraki durak, önceki sezon Bundesliga’yı küme düşme hattının biraz üzerinde, 14. sırada tamamlamış olan Bayer Leverkusen’di. Sihirli değnek bu sefer de Leverkusen’e değdi ve takım bir sezonda 12 basamak sıçrayarak ligi ikinci sırada tamamladı. Sonraki üç sezonda bunu bir üçüncülük ve iki ikincilik daha takip etti. 1998’de Leverkusen ayrıca Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final de oynadı ama sonradan kupayı da alacak olan Real Madrid’e elendi.

Leverkusen döneminde en çok dikkat çeken noktalardan biriyse Lucio, Michael Ballack, Jens Nowotny, Emerson, Ze Roberto gibi ilerde birer dünya yıldızına dönüşecek oyuncuların genç yaşta takıma kazandırılmalarıydı.

Bu başarılar Daum’a Alman Milli Takımının da kapılarını açtı ve DFB (Alman Futbol Federasyonu) Euro 2000 sonrasında Erich Ribbeck’in yerine milli takım teknik direktörlüğüne Daum’un getirilmesini kararlaştırdı.

Gelgelelim tam da bu noktada Daum’un kariyerindeki ikinci büyük eksi devreye girdi ve kokain kullandığının ortaya çıkması üzerine anlaşma geçerliliğini yitirdi. Bayer Leverkusen’in de mevcut kontratı süresinin dolmasını beklemeden feshetmesiyle birlikte Daum’un Almanya’da arkasında duran kimse kalmadı. Ona sahip çıkansa bir kez daha Beşiktaş oldu. Ne var ki Beşiktaş’ta da kokain davası nedeniyle sürekli Almanya’ya gidip gelmesinden ötürü beklenen katkıyı gösteremedi ve ligi üçüncü bitirdi.

2002/03 sezonu Daum’un diriliş sezonu oldu. Ekim ayında başına geçtiği Austria Wien ile hem lig hem de kupa şampiyonluğu yaşadı. Sonrasında da berbat bir sezon geçiren ve ligi 51 puanla altıncı sırada tamamlayabilen Fenerbahçe’nin yeniden yapılanma operasyonunun mimarı olması teklif edildi kendisine. O da kabul etti.

Sistemsizliğin adeta ilke haline geldiği Fenerbahçe’de o yaz köklü değişiklikler yaşandı. Kulüp belki de ilk kez yola şampiyonluk hedefiyle çıkmıyor, öncelikle sağlam bir iskeletin oluşturulması hedefleniyordu. Ümit Milli Takımda da oynayan Tuncay, Kemal, Servet, Selçuk, Volkan, Mahmut Hanefi gibi gençlerin yanına Pierre van Hooijdonk gibi bir tecrübe eklenmişti belki ama transfere yine de çok bütçe ayrılmamış, iş birazcık Daum’un oyuncu bulma yeteneğine bırakılmıştı. Corinthians’dan Fabio Luciano ile Como’dan Stjepan Tomas defansın göbeğine transfer edildiler ve kısa sürede uyumlu bir ikili oluşturdular. Tıpkı sezon ortasında Cruzeiro’dan alınan ve Pierre van Hooijdonk’u çok iyi tamamlayan Marcio Nobre gibi. Takım ligin ilk yarısını son şampiyon Beşiktaş’ın sekiz puan gerisinde tamamlasa da ikinci yarıda müthiş bir çıkış göstererek şampiyonluğa ulaştı. Bu, Daum’un kariyerindeki dördüncü lig şampiyonluğuydu ama belki de kazanılması en zor olandı.

Ertesi sezonun başında Alex de Souza transferiyle Daum kafasındaki şablonu da nerdeyse tamamen oluşturuyordu. Önceki yıl takım sezonun ilk yarısını Hollanda usulü bir 4-3-3, ikinci yarısınıysa 4-2-4 oynayarak idare etmişti ancak Alex’in gelişiyle Daum’un istediği 4-2-3-1, 4-3-1-2, 4-1-3-2 sistemlerinin hepsini gayet başarıyla uygulayan bir takım ortaya çıkmıştı. 2003’te ligi 51 puanla tamamlayan bir takıma gelip bir senede 76 puanlı bir şampiyon yaratan Daum, bu sefer bir önceki Şampiyonlar Ligi macerası “altı maçta sıfır puan” olan Fenerbahçe’ye Şampiyonlar Ligi’nde dokuz puan kazandırdı. Bunun getirdiği üçüncülükle UEFA Kupası’nda Zaragoza karşısına çıkıldı ama tur kaybedilince, futboldan çok anladığını sananlar, Daum’a karşı kılıçlarını çektiler. İşin komiği, adam Avrupa’da ha deyince başarılı olunamayacağını anlatmak için “tecrübe” gerektiğini vurguladı, daha beter kabahatli oldu.

Fenerbahçe’nin ve Daum’un belini bükense yönetimin yıldız oyuncu alma sevdasına yenik düşüp, tıkır tıkır işlemeye başlayan sistemi de görmezden gelip, 2005 başında Nicolas Anelka’yı transfer etmesi ve bu bombayı Daum’un kucağına bırakmasıydı. Ne hikmetse Arsene Wenger’inden Vicente Del Bosque’sine kadar çalıştığı hiçbir teknik adamın dilinden anlamadığı kafadan kontak bir oyuncuya takımda yer açma zorunda kalınması, işleyen düzene haliyle çomak soktu. Ortaya 4-2-2-2 gibi kanadı kırık, asimetrik bir diziliş çıktı ve Fenerbahçe ne çektiyse bundan çekmeye başladı. Yine de 2004/05 sezonu şampiyonlukla sonuçlandı ve camia 30 yıl aradan sonra ilk kez üst üste şampiyonluk sevinci yaşadı.

2005/06’daysa sıradışı bir şekilde kaybedilen şampiyonluğun faturası işin kolayına kaçılarak Daum’a kesildi. Şampiyonluğun kaybedilişi sıradışıydı çünkü Fenerbahçe yarıştaki rakibi Galatasaray’ı her iki maçta da sürklase ederek yenmişti ama Galatasaray’ın ligde bundan başka doğru dürüst puan kaybı yaşamaması ve futbol maçından başka her şeye benzeyen bir son hafta maçında yetkililerin gereken cesareti gösterememesi gibi normalde eşine pek rastlanmamış hadiseler birbirini kovalamıştı sezon boyunca. Tabii sadece Fenerbahçe cephesine bakılacak olursa Anelka’nın yarattığı sistem arızaları ve sezon başında da cepteki akrepler sağolsun Appiah’tan başka bir transfer yapılmaması, negatif sonucu yaratan en önemli unsurlardı. Bunların kabahatlisi Daum değildi ama aslanların önüne o atılmıştı bir kere.

Daum kalçasından bir ameliyat geçirip birkaç ay istirahat ettikten sonraysa, 27 Kasım 2006’da, ilk göz ağrısı Köln’e döndü. Sezonun yarıya yakını geride kalmış olduğundan öncelikle kendi ekibini oluşturma çabalarına girişti. Bu sezonsa beklenen oldu ve Köln, ligin bitimine bir hafta kala ilk üç sırayı garantileyerek Bundesliga vizesini kaptı. Daum da gittiği her takımda derece elde etme alışkanlığını sürdürdü.

Aslında Daum’un kıymetini anlamak için sadece Fenerbahçe’nin son yıllardaki lig performansına bakmak bile yeterli.

Fenerbahçe’nin, Daum’un göreve geldiği 2003/04 sezonuna kadar ligde üç puanlık dönemdeki ağırlıklı sezonluk puan ortalaması 69,4 (ağırlıklı dediğim, bütün sezonlar 34 maça göre düşünülerek hazırlanmış puan ortalaması). Aziz Yıldırımlı Fenerbahçe’nin Daum öncesi dönemindeki sezonluk puan ortalamasıysa 67. Daumlu Fenerbahçe’nin üç sezondaki puan ortalamasıysa 79! Aradaki fark gerçekten de muazzam!

Daum’un görev süresince sık sık vurguladığı “tecrübe” kavramının önemini görmeksizin iki sezondur Avrupa’da elde edilen başarıları sürekli Daum’un yokluğuna ve Zico’nun mevcudiyetine bağlayanların da (şahsi fikrim Zico’nun Daum ve Parreira’dan sonra Fenerbahçe’ye son 20 yılda gelen en başarılı teknik direktör olduğu yönündedir bu arada) iki teknik adamın ligdeki performanslarına bakmalarında yarar var. 51 puanlı bir takımı alıp ilk senesinde 76, ikinci senesinde 80, üçüncü senesinde de 81 puan toplayan Daum’dan sonra Zico 81 puanlı takımı alıp ilk senesinde 70, ikinci senesinde 73 puan toplayabildi.

Bir tarafta sezon başına ortalama 79, diğer taraftaysa 71,5 puan.

Biraz daha detaya inelim. Daum’un takımı sezon başına ortalama 83 gol atıp 33 gol yerken Zico’nun takımı 68,5 gol atıp 34 gol yemiş.
İki taraf arasındaki farkı anlamak için verilebilecek bir başka örnek de Daum'un göreve geldikten sonra tamamen kendi sistemini inşa etmesi, Zico'nun da bir bakıma bunu denemesi (başlarda 4-1-2-1-2 oynatmaya çalışmıştı) olmadığını görünce de Daum'dan kalma sisteme geri dönmesidir.

Daum’un tek handikapı Avrupa olarak görülüyor. O, iki senede takıma 18 civarı puan toplatırken Zico bunu 31 puana taşımış. Tabii burada az önce değindiğimiz tecrübe faktörünün yanı sıra kadro farkı da önemli. Daum döneminde Avrupa’da maçlara çıkan kadronun geri dörtlüsü Serkan-Servet(Önder)-Luciano-Ümit şeklindeydi. Bu sene o noktadan Gökhan-Lugano-Edu-Carlos dörtlüsüne gelindi ki bunlardan ilkinin ikincisinin yanında karikatür gibi durduğunu söylemek çok da abartı olmaz. Bir tarafta Shevchenko’nun peşinden sürünüp adama dört gol attıranlar, diğer tarafta Shevchenko’nun anca gazozuna maçlarda kesebildiği Drogba’ya nefes aldırmayanlar varken Avrupa’da sezon başına 9 puandan 15,5 puana çıkılması çok da şaşırtıcı olmasa gerek.

Son olarak Daum’un en büyük özelliklerinden birinin de en modern antrenman tekniklerini A’dan Z’ye bilen birisi olması olduğunu da ekleyelim. Bunun önemini merak edenler, Daum döneminde üç sene boyunca Fenerbahçeli futbolcuların başına kaç tane ciddi sakatlık gelmiş bir araştırsınlar. Bir de Daum’dan sonra işler ne hale gelmiş onu incelesinler. Sadece bu sezon Serdar, Kezman, Deniz, Appiah, Roberto Carlos, Yemen’e gittiler adeta. Son zamanlarda Wederson, Uğur, Lugano, Yasin ve Gökhan Gönül de sakatlandı. Onlar da gidip gelmemezlik ederler mi meçhul.

Tüm bunları yazıp düşündükten sonra insanın aklına şu soru da ister istemez geliyor: “Acaba Fenerbahçe istikrar adına iki sene önce bıraktığı yerden, bu iki sene içindeki ekstra kazanımları da yanına alarak, yola devam etse nasıl olur?”

Neyse, cevabını alamayacağımızı bile bile çok fazla bu soru üzerine düşünmenin bir faydası yok. O halde sadede iyisi mi şöyle gelelim:

Tebrikler Christoph Daum, Bundesliga’da yolun açık olsun!

1 yorum:

Adsız dedi ki...

bildiğin overrated bir hoca.. asla Fenerin hocası olmaz. bjk, a.wien gibi 2. sınıf takımlarda başarılar..