25 Mart 2008 Salı

Ey Yorumcu! Yeterince Delirdin Mi?

Geçen ayki (özellikle hakem kararları açısından) olaylı Galatasaray-Fenerbahçe maçından sonra Mehmet Demirkol “Ey Hakem! Yeterince Delirdin Mi?” başlıklı bir yazı yazmıştı. Yazıda genel olarak ülkemizdeki hakem yorumculuğu denen mefhum sayesinde hakemlerin sürekli anlamsız tartışmaların içine çekildiği ve gündemde haddinden fazla ön plana çıkarıldığı, bunun sonucunda da psikolojik açıdan büyük bir yıkıma uğradığı, hatalarının da bu yıkımdan kaynaklandığı anlatılıyordu.

Güzel bir yazıydı ama işin “yorumcu” kısmına hazır bir taş atılmışken ben devamının da gelmesini beklemiştim açıkçası. Çünkü ülkemizde delirenler, delirtilenler salt hakemler değil maalesef. Sadece Demirkol’un yazısında taşladığı “yorumcunun hakeme odaklı olanları” da değil ayrıca. Bu sınıfa dahil edilecek çoook geniş bir güruh daha var cennet vatanda, o da “futbol yorumcusuyum” diye geçinen herkesi kapsıyor neredeyse. Yıllardır bu işin içinde olanından tutun da benim gibi daha dün kısa pantolonla gezip bugün hasbelkader şu işin ucundan tutmaya çalışanlara kadar hemen hemen herkesi...

Bu sorun, insanımızın gazetede veya televizyonda gördüğünü “anormal bir bilirkişi” bellemesinden mi kaynaklanıyor yoksa medya kuruluşları mı kendi kalemşörlerini bu şekilde pohpohlayıp vitrine sürmeye çalışıyor tartışılır. Fakat tartışılmayacak bir şey var ki o da bir şekilde kendisini o gazetede veya bu televizyon kanalında gösteren kişi, dışarıdan gelen şişirmecelerin de neticesinde, kendisini allame-i cihan olarak görmeye başlıyor. Ondan sonra da olabilecek her konuda sağa sola akıl öğretme çabaları baş gösteriyor.

Futbol yorumcusunun normalde yapması gereken, sahada olanı yorumlamasıdır. Yorumcu, bulunduğu mevkie, sahada olup biteni, sıradan vatandaştan daha iyi görebildiği varsayılarak getirilmiştir çünkü. Dolayısıyla olanı yorumlamasıyla, vatandaşa, onların gözünden kaçan detayları aksettirebilecektir.

Lakin bizde futbol yorumcularının hepsi, kendilerine göre olması gerekeni yorumlamaktadır. Bir başka deyişle pozitif değil normatif yorumlar yapmaktadırlar. Gelgelelim burada şöyle sorunlar ortaya çıkıyor. 1-) Yapılan yorumların tamamen varsayımlar üzerine kurulu ve dayanaksız olması, 2-) Yorumlarında eleştiri yapan kişilerin, eleştirdikleri kişilere göre bu işi daha iyi bildiklerine dair ortada hiçbir kanıt bulunmaması.

Özellikle 2. madde, yorumcularımızın ne denli tehlikeli sularda dolaştıklarının bir göstergesi adeta. Sadece Zico ile ilgili yapılan yorumlar özelinde yapacağımız bir tahlil sonucunda, bu konuda demek istediğimi çok daha net bir biçimde açıklayacağımı düşünüyorum.

Zico, dünyanın en büyük futbolcu madeni Brezilya’nın, Pele ve Garrincha ile birlikte bugüne kadar çıkardığı en değerli üç cevherden biri olarak gösterilen, futbol oynadığı dönemde de Platini ve Maradona ile birlikte en çok saygı gören üç futbolcudan biri olan, kısacası futbol dünyasının gördüğü gelmiş geçmiş en büyük yeteneklerden birisi. Bugüne kadar medyamızda kaç yorumcu “bu adam Zico, böyle birisinin yaptığı her taktiksel seçim üzerinde ‘acaba ne düşündü’ diye iki kere kafa yormak gerekir” dedi ve Zico’nun taktik hamlelerini baştan savma bir şekilde değil de ciddi ciddi kafa yorarak yorumlamaya çalıştı?

Eh, tabii burada işin kolayı “futbolculuk başka, teknik direktörlük başka” makamından türküler okuyarak, mesnetsiz eleştirilere devam etmek olacaktır, nitekim öyle de oluyor. O zaman da Zico’nun Fenerbahçe’de 1.5 sene içerisinde elde ettiği başarıları (ligde şampiyonluk, Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final) Türkiye’de bugüne kadar başka kimin elde ettiğine bir bakalım isterseniz. Cevap: Galatasaray’ı çalıştırdığı dönemde Mircea Lucescu. O da bizde yorumculuk yapmıyor. Yani bu açıdan bakınca ortada Zico’ya pek işini öğretecek donanımda yorumcu olmadığı kolaylıkla görülebilir.

Zaten yorumcunun işi de bu değil. Tekrarlamakta fayda var, yorumcu, sokaktaki adama, onun görmediği detayları göstermeye çalışacak, kendisinden çok daha üst düzeydeki birine akıl öğretmeye kalkışmayacak. Tabii bizim verdiğimiz bu örneği de “doğum mütehassısı olmak için kadın olmak gerekmiyor” diye çarpıtmaya çalışanlar olacaktır, onlara da aslında durumlarının doğum mütehassısına değil de, tam donanımlı bir hastanede çalışan doğum mütehassısı bir profesöre akıl öğretmeye kalkan, samanlıklarda doğum yaptıran bir ebeye benzediğini hatırlatmak lazım. Ebelerin de sonuçta kendilerinden daha yetersiz durumda olan kişilere hizmet ettiği bir gerçek, yapmaları gereken de o zaten, ama koskoca bir profesöre akıl öğretmeye kalkarlarsa komik olmaktan öteye gidemezler.

2. maddeyi bu şekilde geçtikten sonra 1. madde üzerine de biraz örnekler vererek konuşalım. İşte Zico’ya yöneltilen basmakalıp eleştiriler ve bu eleştiriyi yapanların nasıl karavana attıklarının göstergeleri:

-Zico tek forvet oynuyor...

Dakika bir gol bir! En ciddi yanlışlardan biri bu! Daum döneminde de aynı tespit hatası yapılıyordu. Zico takımını ofansif eğilime göre 4-2-3-1, defansif eğilime göre 4-4-1-1 şeklinde oynatıyor ve bunların ilkinde dört, ikincisinde de iki forvetle oynuyor. O ilerdeki 1 rakamıysa santrforu, yani merkez forveti gösteriyor sadece. Kaldı ki futbol bir çivi maçı olmaktan çıkalı çok oldu. Her şeyi rakamlarla bu kadar net ifade etmek de doğru değil. Maç içerisinde oyuncular farklı pozisyonlara da kayabiliyor. Fenerbahçe de zaman zaman Alex ve Deivid’in ileri kaymalarıyla iki santrforlu şablonlar ortaya çıkarabiliyor oyun içinde.

-Zico Inter’e karşı da tek forvet oynuyor, Kasımpaşa’ya karşı da...

Hadi buradaki “forvet” kelimesini ağız alışkanlığıyla yapılmış bir hata olarak görüp, kastedilenin “santrfor” olduğunu düşünelim ve ona göre de şu soruyu soralım: bu yorumu yapanlar, Manchester United’ın Roma’ya karşı iki, Derby County’ye karşı dört veya Barcelona’nın Lyon’a karşı bir, Levante’ye karşı beş santrforla mı oynadığını zannediyorlar? Her maça birbirinden farklı, rakibe göre taktikler belirleyerek çıkan kaç takım kaldı dünyada?

Bu kişiler sene başında da Deivid’in sağ tarafta oynamasına bir anlam verememişlerdi. Hemen “Mehmet Yozgatlı niye gönderildi, Deivid neden gönderilmedi, bu adam torpilli” diyerek baştan savdılar işi. Kahvehanedeki adama, onun görmediği birtakım detayları göstereceklerine, kendileri de gözlerine perde indirip, kahvehanedeki adamın seviyesine düştüler. Halbuki biraz Zico’yu anlamaya çalışsalar, Alex’ten sonra hücum bölgesinde ayağa pas yapan bir oyuncunun daha bulunmasının, takımın topa çok daha fazla sahip olmasında ve özellikle göbekten verkaçlarla çok daha fazla akın geliştirmesinde kilit rol oynayacağını görebilirlerdi. Onların gönderilmemesini istedikleri Mehmet Yozgatlı’nın Beşiktaş’ta kadroya giremiyor olması, Deivid’inse özellikle Şampiyonlar Ligi’nde takımın kahramanı haline gelmesi, kimin haklı çıktığını en güzel biçimde ortaya koyuyor aslında.

İki maçtır Semih’in sonradan oyuna girmesi ve gollerin gelmesi sonucunda “çift forvet (santrfor demek istiyorlar) ile bu takım daha çok gol bulur” demeleri de en az Deivid örneğindeki gibi yüzeysel bir tespit. Fenerbahçe iki maçtır Semih’i nasıl oyuna soktu? Selçuk çıktı, Semih en ileriye geçerken, Aurelio biraz daha geriye, Selçuk’un boşalttığı bölgeye doğru kaydı. Aynı şekilde Alex de biraz arkaya çekilip Aurelio’nun boşalttığı bölgeye yaklaştı. Bu, o ana kadar yorulan rakip karşısında, 30 dakikalığına denenebilecek bir anlayış. Fakat diri bir rakip karşısında maç başından itibaren denenebilir mi? Kimse bunu sormuyor. Böyle bir durumda orta sahada yaşanabilecek sıkıntıları kimse dile getirmiyor. Hepsini geçtim, olay sadece takımdaki santrfor sayısının artmasıyla gol sayısının da aynı ölçüde artması kadar basit olsa, niye dünyada 3-5 santrforla oynayan takımlar yok? Madem bol bol gol atacaklar!

Örnekler çoğaltılabilir ama şu haliyle bile bizim futbol yorumcularımızın ne denli büyük yanlışlar içerisinde oldukları herhalde görülebiliyordur. Nasıl olduysa gelinen bu kendini kaybetmişlik noktasından umarız en kısa zamanda dönülmeye başlanır. Bu geri dönüş için de en olmazsa olmaz şart, yazının içinde de birkaç kere tekrarladığımız üzere, akıl vermeye çalıştığımız futbol adamlarının, futbol üzerine bizden çok daha fazla birikime sahip olduğunu kabul edip onlara akıl vermekten vazgeçmek ve sadece sahada olup biteni, bizim kadar dikkatli olmayan kişilere detaylı bir şekilde aksettirmektir. Aksi takdirde, futbolla ilgilenen herkesin toptan delirmiş olduğu bir memleketle karşı karşıya kalacağımız günler çok da uzak değil.

2 yorum:

Alper Öcal dedi ki...

Gel de Rıdvan Dilmen'e anlat bunu.

En kaliteli yorumcumuzun durumu bu üstelik. O yüzden yorumcular değil ama biz delireceğiz yakın zamandaç.

Adsız dedi ki...

Yazdiklarina yuzde yuz katiliyorum. Bu yaziyi futbol yorumcularinin mail adreslerine gonderirsen belki onlarda sacmalamayi birakip, aldiklari paranin hakkini verecek kalitede yorumlar yapmaya baslarlar.