18 Mart 2008 Salı

There’s Only One Way To Rock!




Bu blogu ilk açtığım günden beri futbola verdiğim kadar Hard Rock ve Heavy Metal’e de ağırlık verme niyetindeydim ancak nedense bir türlü işin ucundan tutamadım şu ana dek. Bugün nihayet kolları sıvayasım geldi. İyisi mi siftah niyetine de Hard’n’Heavy hakkındaki düşüncelerimi yazayım da genel bir giriş olsun.

Birçok kişi Hard Rock ve Heavy Metal dinler, hatta içlerinden bazıları bu müziği icra etmeye de çalışır... Ancak işin aslı, söz konusu kişilerin çoğunun Hard’n’Heavy dinlediğini zannetmesidir. “Zannetmek” diyorum çünkü bu zatların Hard Rock’ın ve Heavy Metal’in ne olduğu hakkında herhangi bir düşünceye sahip olduklarını iddia edebilmek güçtür. Bu insanlar için Heavy Metal’in ne gibi bir anlamı olduğunu sorguladığımızda da karşımıza “kişilik bunalımları sonucu açığa çıkmış şekilperestlik ihtiyacının bilinçaltı tatminine yönelik bir araç olarak Heavy Metal etiketi” şeklinde uzun bir başlık çıkıyor.

Peki öyleyse, gerçekte Hard’n’Heavy nedir, ne anlam ifade etmektedir? Bu soruları cevaplayabilmek için önce sanırım Hard Rock’ın ve Heavy Metal’in nasıl ve hangi şartlar altında ortaya çıktığını incelemek gerek. Heavy Metal’in tarihini inceleyenlerin birçoğuna göre ilk ateş Black Sabbath ile yanmıştır. (müzikal açıdan bakacak olursak öncesinde tabii ki primitif blues örneklerine kadar uzanan bir evrim zinciri söz konusu) Sabbath in ilk albümünün 1970’te çıktığını hesaba katarsak ateşi yakan kıvılcımların 60’lı yılların sonunda parlamaya başladığını söylemek sanırım doğru olur.

1960’ların sonunda dünya büyük değişimlere gebeydi. Özellikle ABD’nin Vietnam Savaşı’na karşı gençlerin ortaya koyduğu büyük kitlesel tepkiler, 68 hareketinin ortaya çıkması, ABD ve SSCB arasındaki rekabetin sahasının dünyayı da aşarak uzaya taşması ve daha onlarca neden... Ortalıkta dolaşan nükleer savaş söylentileri... Dünyadaki, özellikle de üçüncü dünyadaki, gelir adaletsizliğinin, suç oranının, insan hakları ihlallerinin dayanılamaz hale gelmesi... Hepsi çeşitli patlamaların habercisiydi sanki.

Ve mevzubahis patlamalar da oldu. Birçok değişik alanda cereyan eden bu patlamalar, müzik alanında da kendini göstermişti. Müziğin de yardımıyla, varolan düzendeki bozukluklardan tutun da yaşamımızı oluşturan öğelerden hemen hepsi sorgulanmaya çalışılmış ve sorgulama sonucu bulunan yanlışlıklar da tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmeye başlanmıştı.

Heavy Metal kavramı bu şekilde ortaya çıktı. Malum ortaya çıkış sekline bir daha bakacak olursak, Heavy Metal’in sadece bir müzik türü olmaktan çok daha öte vasıflar taşıdığını da görebiliriz. Diğer müzik türlerinde olmayan cinsten bir protest ruh, diğer türlerdeki kokuşmuş romantizmin yerine yalın ve sert bir realizm ve tüm bu tepkileri de aynı yalınlık ve sertlik çerçevesinde ifade edebilecek türden bir RAW ve HEAVY sound... Heavy Metal’in özü bariz bu şekilde oluştu. Black Sabbath War Pigs i neden yaptı? Gerçek anlamda ilk Heavy Metal parçalarından biri olarak War Pigs’i göstermek sanırım yanlış olmaz. Şu ana kadar bahsetmiş olduğumuz bütün nitelikleri içinde barındıran essiz bir eserdir çünkü o.

Black Sabbath’ı takiben birçok önemli grup daha çıktı 70’lerde. Ama Heavy Metal adına asıl patlama 79 yılının sonlarında ve 1980 yılında yaşanacaktı. Bugün New Wave Of British Heavy Metal olarak adlandırılan ve başta Iron Maiden ile Saxon olmak üzere Heavy Metal’in karakteristiğini olabilecek en net biçimde ortaya koyan grupların hayat bulmasına vesile olan dalga, bu dönemde kendisini hissettirecekti.

Yine soğuk savaşın yarattığı gerilimin en üst düzeye vurduğu bir zaman... Ayrıca İngiltere’de o zamana kadar gelmiş en muhafazakar hükümetlerden biri olan Thatcher hükümeti görev başında. Demokrasinin ve insan haklarının beşiklerinden sayılan bir ülkede kelle vergisi alacak kadar dengeleri bozmuş bir hükümet... Bu hükümetin çeşitlik yerlerden birçok tepki alması gayet doğaldı. Yine dünya geneline bakılacak olursa iki süper güç arasında sürekli artan bir ivmeyle büyüyen gerilim, dinmek bilmeyen savaş çığlıkları... İnsanlar buna da tepki verecekti. 60’ların sonundaki şartlar, 70’lerin sonuna gelindiğinde sanki daha bunalımlı bir hal almış ve daha büyük bir çıkmaza girmişti. Dolayısıyla verilecek tepki de on yıl öncesindekine göre daha sert ve şiddetli olmalıydı. NWOBHM da böylesine şartlar sonucu patlayıverdi zaten.

Tüm NWOBHM grupları saf bir protest ruha sahipti. Hepsi hemen her şarkısında dünyada olup bitmekte olan ne kadar yanlış varsa, ne kadar çarpıklık varsa, bunların hepsini ellerinden geldiğince anlatmaya çalışıyordu. Kimisi bunu hiçbir sekle sokmadan, gayet açık ve net bir şekilde söyleyerek yaparken kimisiyse şarkılarında doğaüstü imgelere yer vererek dolaylı bir anlatım yolunu seçiyordu.

Tabii ki Heavy Metal’in sahip olduğu protest nitelikler çoğu kişiyi ve grubu rahatsız etmekte gecikmedi. Zaaflarından yararlandıkları sistemlerin eleştirilmesi, yaptıkları düzenbazlıkları göremeyen insanların uyanmaya çağırılması, bu tip kişileri nasıl rahatsız etmesin ki!? Dolayısıyla Heavy Metal’in, kurmuş oldukları çıkar ilişkileri için bir tehdit oluşturmaya başladığını gören bu kesimler, Heavy Metal aleyhinde yaralayıcı girişimlerde bulunmakta tereddüt etmediler.

Öncelikle işe karalama kampanyalarıyla başladılar. Heavy Metal gruplarının adeta ruh hastası denebilecek kişiler tarafından oluşturulduğu, bunların kan ve vahşet sevdalısı birer zavallı olmaktan öteye gidemediği ve gençliğe çok kötü birer örnek teşkil ettikleri türünden aşağılık ithamlarla Heavy Metal’in üzerine gittiler.

Oysa ki Heavy Metal’in amacı kana ve vahşete karşı bir sevda beslemek değil, tam tersine dünyada zaten var olan kanı ve vahşeti insanların gözü önüne tüm çıplaklığıyla serebilmekti. Çünkü insanların yanlışları düzeltebilmesi için öncelikle hepsini net bir şekilde görmesi gerektiğine inanıyordu Heavy Metal.

Karalama kampanyalarıyla da en fazla bir yere kadar gidilebileceğini ama bunun Hard’n’Heavy oluşumunu temelden sarsamayacağını anlayanlar, bu sefer dıştan saldırmaktansa kaleyi içten fethedecek bir yöntem geliştirmeyi tercih ettiler. Müzikal açıdan tamamen Hard’n’Heavy kulvarında koşan, fakat pek sosyal mesaj kaygısı pek taşımayan, apolitik gruplar yaratıldı. Üstelik bunların popülarite açısından çok ön plana çıkması için de özel imaj çalışmaları yapıldı. Bunlar ne kadar ön planda olursa, Hard’n’Heavy de onların temsil ettiği (ya da edemediği) görüşle özdeşleşecekti çünkü. 80’lerde glam furyasının patlaması bir bakıma bu çabaların sonucudur.

İngiltere’de 1980’lerin başında, amatörlükle yarı amatörlük arasında giden çalışmalar sonucunda albüm çıkarabilen grupların yarattığı NWOBHM dalgasından, ABD’de, özellikle de LA çevresinde, gayet profesyonelce çalışmalar sonucunda türetilen grupların yarattığı glam furyasına... Hatta bu furya o dönemde öylesine etkili oldu ki, Whitesnake gibi neredeyse yıllanmış şarap kıvamına gelecek Hard Rock grupları da, Def Leppard gibi NWOBHM akımının en önde gelen gruplarından biri de, bu tandansa doğru kaymaya başladı.

Amaç belliydi. Hard Rock’ı ve Heavy Metal’i insanlara farklı bir şekilde göstermek, bu illüzyon sayesinde de insanların Hard’n’Heavy’nin aslını unutmalarını sağlamak. Dolayısıyla Hard’n’Heavy’nin o sivri dilinden kurtulmak. Gözleri boyanmaya çalışılan kişilerin, Hard’n’Heavy’nin yardımıyla gözlerini açmasının önüne geçmek. Koyunların koyunluğunu baki kılıp onları eskiden olduğu gibi yalan ve dolanlarla gütmeye devam etmek...

Sonuçta Amerikalıların Kızılderili katliamından nükleer savaşa, idam cezasından dini bağnazlığa kadar her türlü çarpıklığı eleştirebilen grupların yerini “parti olsa da ortamlara aksak, bol bol hatun kaldırsak” minvalinde şarkılar yazan gruplar almaya başlamıştı. Ancak bu plan yine de amacına ulaşamayacaktı çünkü bu gruplar %100 dejenere sayılmazdı. Evet, sergiledikleri tavır dejenereydi belki, ayrıca dış görünüşleri de bol bol makyaj ve saç spreyi içeriyordu ve seleflerine nazaran bu açıdan da çok farklılardı. Ne var ki soundları biraz daha renklendirilmiş, biraz daha popa kaydırılmaya çalışılmış da olsa hâlâ gayet hard’n’heavy idi. Böyle olunca da bu grupları dinlemeye başlayan bir kişi, kısa süre sonra, sound olarak onlara çok yakın tandansta olan seleflere de el atıyordu haliyle. Yani glam furyası denen şey aslında Hard’n’Heavy’yi bir şehir olarak varsayacak olursak o şehrin banliyösü haline gelmişti, merkezi besleyen periferiye dönüşmüştü.

Meselenin sadece tavrı ve imajı değiştirmekle hallolmayacağını gören şer odakları bunun üzerine yeni trendler yaratma derdine düştüler. Böylece 80’lerin sonunda “grunge” denen zırvayla karşılaştık. 90’ların başında da glam tamamen “demode” ilan edilip yerine bu grunge zırtapozluğu moda haline getirildi. Janrın aynı zamanda “alternative” diye adlandırılması da niyetin ne olduğunu açıkça ortaya koymaktaydı aslında. Rock’a karşı bir alternatif yaratıp bu vesileyle gerçek rock gruplarını ve dinleyicilerini bir nesil tükenmesiyle karşı karşıya bırakmak! Doğal olarak ağlak, zırlak, depresif bir müzikle gençleri iyice asosyal, apolitik koyunlar haline getirmeyi amaçlayan bu hamle, bir müddet hayli başarılı da oldu. Fakat tepeden inme, yapay bir akımın, tüketim çağında uzun süre tedavülde kalmasının mümkünatı da yoktu.

Velhasıl, 90’ların sonundan itibaren grunge kanalizasyona karışırken, onun yerine Hard’n’Heavy’yi dejenere etme amaçlı birçok mantar trend daha ortaya çıktı. ABD ve İngiltere pazarında özellikle Nu Metal denen saçmalık ön plana çıkarken Kıta Avrupası’ndaysa özellikle şekilperestlik peşinde koşan sivilceli ergenlerin beynini bulandırmaya oynayan Black Metal ve Power Metal trendleri sivrildikçe sivrildi.

Black Metal aslında 80’lerde bile varolan bir illetti ama bu yeni trend dalgasıyla birlikte undergrounddan neredeyse mainstreame geçiş yapacak hale gelmişti. Bir ara ortalık, suratını kirece bulayıp mart kedisi gibi ciyaklayan hortlak müsveddelerinden geçilmez olmuştu hatta. Bir de matah bir şeymiş izlenimi yaratmak için sözde alt türler yaratıp bunları “atmosferik”, “matmosferik” gibi sıfatlarla tanımlama çabasına girişmişlerdi ki çok komikti. Neyse ki birkaç sene içinde onların da gazı alındı.

Power Metal denen trendse, zamanında Helloween, Gamma Ray, Running Wild gibi şahsiyetli grupların power metal olarak adlandırılmasına vesile olan tarzla alakasız bir noktada, neredeyse tamamen Role Playing sektörüne hizmet amaçlı bir tür ortaya çıkarmıştı. Uydur kaydır bir melodi, ondan sonra da içinde bol miktarda ejderha, şövalye, deve, cüce, vesaire bulunan hikayeler salla, olsun bitsin! Bu yetmezmiş gibi bir de Zartwish, Zurtwish tadında gruplar türedi, adeta operadan tayyare kıvamında...

İşin acı tarafı, bu mantar janrlar, gerçek Hard’n’Heavy müziğin ve dinleyicilerinin kökünü kazımasa da ciddi anlamda zararlı oldu. Hele hele yeni neslin büyük çoğunluğu sapla samanı ayırt edemez hale geldi. Zırvagillerden birkaç grubu dinleyerek rocker olduğunu, rock dinlediğini zannedenlerin sayısı hiç de az değil.

Halbuki nasıl klasik müziğin, jazzın, bluesun belli normları varsa, Hard Rock’ta ve Heavy Metal’de de var bu tarz normlar. Hard’n’Heavy’nin sınırları zaten çizilmiş. Bu sınırın dışına çıkarsak yaptığına rock denmez. Ne deneceği de bu kadar büyük bir dertse bulursun başka bir isim koyarsın. İster Mahmut de ister Benjamin... Yeter ki “rock” deme!

Problem de burada aslında. Millet nedense sevdiği her haltı rock çatısı altına sokuşturmaya çalışıyor. Bahsettiğimiz sebeplerden ötürü bu çatının altına giremeyecek bir grubu bile sırf bu merak yüzünden rock grubu ilan ediyor.

Aslında olay biraz da “tükürdüğünü yalamamak” ile alakalı. Çoğu genelde sivilcesi patlamamış ergenlerden oluşan bu kitle, “karizma yapmak”, “havalı görünmek” gibi sebeplerden mütevellid, bizzat rock kavramının dejenere edilmesi için üzerlerine “rock” etiketi yapıştırılmış haltları dinlemeye başladıktan sonra, dinlediğinin nitel açıdan rockla alakası olmadığını bir türlü kabullenmek istemiyor.

Sonuçta gerçek Hard’n’Heavy dinleyicilerinin karşısına, onları halihazırda zaten delirtmekte olan zırva müziklerin yanı sıra, bir de bu zırvaları dinleyerek rocker olduğunu zanneden bu tipler çıkıyor. Ne denir ki? Ne diyelim ki? Zamanında Sammy Hagar denmesi gerekeni yeterince demiş aslında, “There’s Only One Way To Rock” diye, lakin ondan asırlar önce de Mevlana acı bir gerçeğin altını çizmiş: “ne kadar anlatırsan anlat, anlatacakların, karşındakinin anlayacağı kadardır.”

O halde biz ne diye gecenin bir yarısı aşka gelip bunca satır karaladık, hiç işimiz gücümüz yokmuş gibi? Madem iğneyi batırdığımız kitlenin anlamaya niyeti yok... Valla “en azından blogda bundan sonra Hard’n’Heavy ile alakalı yazılar yazarken ne doğrultuda hareket edeceğimizi gösterelim hiç olmazsa” dedik. Sağa sola bol bol sallarken her seferinde özel açıklamaya gerek kalmasın, öyle durumlarda bu yazıyı referans gösterelim istedik. Tabii yine anlamayan anlamayacak ama onlarla da hakikaten uğraşacak halimiz yok. Frekansımızın uyuştuğu tanıdık tanımadık ne kadar dost varsa onlar için yazarız, gerisini salla gitsin.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

biraz kısa yazsaydınız şimdi belki de sıkı bir hard’n’heavy dinleyicisiydim.

Evren Ozuyener dedi ki...

selam Onur
Ellerine sağlık diyorum , harika bir yazı benim de hislerime tercüman olmuşşun..
Ama yine de senin blogda gezinirken top 125'te Metallica'yı görmemek beni üzdü. Evet diyebilirsin ki trash yapıyorlar
Ama sende bilirsin ki metallica da iron maiden kadar baba gruptur
elbette up the irons her zaman ama master of puppets nasıl güzeldir
hele orion çok dokunaklı şarkılar
neyse bu sohbet bitmez
görüşelim bir ara
Evren Özüyener
bu arada maidenın 2009 tour dateler açıklanmış:-)