21 Şubat 2008 Perşembe

Rövanş İçin Olmasa Da Yarınlar İçin Avantaj...




Maç öncesi kadrolar açıklandığında herkesin gözüne ilk çarpan nokta herhalde Sevilla’nın bu sezon en çok parlayan ismi olan genç sol açık Diego Capel’in yedek kulübesinde oluşuydu. Manola Jimenez onun yerine Duda’yı sahaya sürmüştü. Sevilla sağ ve sol beklerde dün olduğu gibi ofansif yönü güçlü Dani Alves ve Adriano’yu kullandığında, onların önüne de sürekli rakip kaleyi düşünen Jesus Navas ile Capel’i yerleştirdiğinde, kağıt üzerinde 4-4-2 gibi duran dizilişleri pratikte 2-4-4’e benziyordu. Bu oyun anlayışıyla Sevilla gol atmakta hemen hemen hiç zorluk çekmiyor ama savunmada da bir o kadar zorlanıyordu. Hele ki takımın zayıf halkalarının, en gerideki iki oyuncuları Dragutinovic ile Escude olduğu düşünülürse.

Capel’in yerine oynayan Duda’dan beklenen, arkasındaki Adriano’yu geriye itip, göbekteki Keita-Poulsen ikilisiyle de iyi bir bütünleşme sağlamasıydı. Böylece hem Fenerbahçe’nin sağ kanatta gizlenip içeriye sinsi sızışlarda bulunan sürpriz golcüsü Deivid’in durdurulması, hem de göbekteki Selçuk-Aurelio ikilisinin pas hatalarına zorlanması mümkün olabilecekti. O ikili bozulunca da Fenerbahçe Alex’i arzuladığı ölçüde devreye sokamayacağı gibi, kaptırılan ani toplarda savunmada da ciddi sıkıntılar yaşayabilecekti.

Maçın başlarında Jimenez’in planının tıkır tıkır işlemekte olduğunu gördük. Fenerbahçe topa sahip olmakta zorlanıyor, kalesinde de tehlikeler yaşıyordu. Bu yaraya pansuman yapılabilmesi için öncelikle oyunun akışında sol tarafa ağırlık verildi. Sevilla’nın sağı, defansif açıdan soluna göre nispeten aksayınca, Fenerbahçe bu taraftan rakibini zorlamaya başladı.

Fenerbahçe’nin rakibinin savunmasını aşmak için kullanacağı en önemli silah ise hızlı oynamaktı. Göbekte Selçuk ve Aurelio topu çabuk ve isabetli olarak öndeki arkadaşlarına aktarmakta zorlanınca Fenerbahçe maçın ilk dakikalarında istediği pozisyonları yakalayamadı ama rakip savunmada tam yerleşmeden gerçekleştirilen belki de ilk atakta, ki bu atak az önce bahsettiğimiz şekilde sol taraftan geldi, Uğur’un güzel ortasında Kezman’ın golü geldi. Golden sonra maçın havasına daha çok giren Sarı-Lacivertliler tempoyu biraz daha arttırmak üzereydi ki iki ucu keskin bir bıçak gibi olan o sol taraf bu kez Fenerbahçe’yi kesti. O bölgede bulunan boşluk sonrası yapılan orta, Edu’nun ters vuruşuyla ağlara gitti.

Bu golde kabahati Edu’ya yüklemek, olayı sadece yüzeysel değerlendirmekten, yorumda işin kolayına kaçmaktan ibarettir. Roberto Carlos ileri çok fazla çıkan bir bek ve bu çoğu zaman onun geride açıklar vermesine neden oluyor. Carlos ile oynayacaksanız onun önünde yer alan oyuncunun, Carlos’un sık sık kademesine girebilen birisi olması lazım. Uğur bunu yapamıyor. Bir başka sorun da Volkan’ın yan toplara çıkışlarda yaşadığı tereddüt. Dışa kavisli kesilen toplarda kaleciler için tavsiye edilen şey, çizgide durmalarıdır. Dün eğer Volkan bu tavsiyeye uyup çizgiyi terk etme hamlesini yapmasa bu topu çıkarabilir, yani golü engelleyebilirdi. Kısacası Fenerbahçe sol açığından kalecisine kadar, takım halinde bir hatalar zinciri sonucunda golü yemiş oldu.

1-1’in ardından Fenerbahçe bocalamaya başladı. Bu bocalama, ilk devrenin sonlarında ve ikinci yarının başında da devam etti. Ta ki Alex’in kornerinde Lugano’nun kafası dengeyi yeniden bozana dek. Tıpkı ilk golde olduğu gibi bu golün devamında da Fenerbahçe biraz daha hareketlendi. 63’te Jimenez Capel’i oyuna alıp başlangıçtaki oyun formatını değiştirebileceğinin sinyallerini verdi. Birkaç dakika sonraysa Capel’in attığı kornerde Selçuk Escude’yi kaçırdı, skor 2-2’ye geldi.

Ne var ki Capel’in oyuna girmesine rağmen Sevilla başta anlattığımız o 2-4-4’e benzeyen dizilişle sahaya yayılmaktan çekindi. Adriano’ya öncelikle geride yerini kaybetmemesi tembihlenmişti belli ki. Bu anlayış sağ tarafta Deivid’i iyice pasifize etti. Bunu gören Zico da fizik olarak yorulmaya başlayan Uğur’u çıkarıp oyuna Kazım’ı aldı, Deivid’i sola çekip Kazım’ı da sağ tarafa yerleştirdi. Ancak sağ tarafta da Dani Alves yerini çok kaybetmiyordu ve Deivid’in etkisiz görüntüsü devam etti.

Zico son bir şans olarak Kezman-Semih değişikliğine gitti, üç dakika sonra da Semih golünü attı. Semih’i özellikle maç konsantrasyonunu her zaman en üst seviyede tuttuğu için tebrik etmek lazım ama bu golde en önemli ayrıntı, tıpkı ilk golde olduğu gibi, rakip savunma yerleşmeden ceza sahasına girebilmekti. Bir an için geriye gelen Kazım’ın güzel uzun topu, Semih’in aynı güzellikteki kontrolü ve topu Alex'e aktarışı, Alex'in de Semih'i ustaca kaçırıp topla tekrar buluşturması... Semih de bu ikramı geri çevirmeyince 3-2’lik galibiyet geldi.

Bu skor, doğrusunu söylemek gerekirse, Sevilla için önemli bir avantaj. Aklıma bir an yedi yıl önce Galatasaray’ın Real Madrid’i 3-2 yendiği Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçı ve sonrası geldi. Birçok kişi 2-0’dan maçı çeviren Galatasaray’ın deplasmanda da bu skoru koruyabileceğini öne sürüyordu ama Real Madrid orada 3-0’lık kolay bir galibiyet almıştı. Avrupa kupalarında seçkin İspanyol takımlarıyla dış sahada oynamaktan daha zoru pek yoktur herhalde.

Yine de şunu unutmamak lazım. Fenerbahçe bu sezon çoktan tarihinin Avrupa’da en başarılı sezonunu yaşadı. Bugün itibarıyla 16.970 puan toplamış durumda ki her sene bu civarda puan toplasa, Şampiyonlar Ligi’nde ikinci torbanın gediklilerinden olur. Bu da gruplardaki işini çok daha kolaylaştıracağından sonraki turlarda da daha fazla boy göstermesi ve haliyle daha fazla şans yakalaması mümkün olacaktır. Kısacası bugün Fenerbahçe’nin 3-2’lik galibiyeti rövanş için kendisine bir avantaj getirmemiştir ama hanesine yazdırdığı 2 UEFA puanı, yarınlar için önemli bir avantajdır. Sarı-Lacivertliler, hem bu yıl bu noktaya gelmelerinden, hem de ilerki yıllar için önlerini biraz daha açmalarından dolayı takdiri hak ediyorlar.

Hiç yorum yok: