29 Şubat 2008 Cuma

“Yabancı Hakem” Tabusunun Yıkılma Vakti Geldi De Geçiyor Bile


Avrupa'nın şu an en gözde hakemlerinden biri olan Yunanlı Kyros Vassaras


Bu ülkede cebinde parası olan birisi azcık rahatsızlanmayagörsün. Hemen soluğu yurtdışında alır. ABD’li, Alman, İsviçreli, hatta İsrailli doktorlara muayene olmak için... Cebinde biraz daha az parası olansa öncelikle yurtiçinde yabancı menşeli hastanelerde şifa aramaya çalışır. Herkes de bu durumu normal karşılar. En son 1930’ların sonlarında Atatürk demişti “beni Türk hekimlere emanet edin” diye... Ondan sonra 70 senedir “yabancı” hekim makbul memlekette...

***

Eski tabirle ilkokul, yeni tabirle ilkögretim okullarının son sınıfında bütün öğrencileri ve velileri bir telaş sarar. Özel okullarda yer kapma telaşıdır bu. En çok hayali kurulan okullarsa Amerikan, Fransız, Alman, Avusturya ve İtalyan, kısaca “yabancı” kökenli olan okullardır. Millet bu okullara kapağı atabilmek için adeta birbirini çiğner. Sonunda muvaffak olan öğrenciler de çevrelerindeki hemen herkes tarafından olimpiyatlarda madalya kazanmış sporcuymuşçasına pohpohlanır.

***

“Yabancı” merakımız hayatta sadece eğitim ve sağlık alanlarında kendini göstermiyor şüphesiz. Son yıllarda yabancı sermayenin ülke ekonomisinde sahip olmaya başladığı ağırlığı kim inkar edebilir? Kamu kuruluşlarını bile peynir-ekmek gibi yabancılara satıp durmuyor muyuz? Üstelik bir de bu durumla övünmüyor muyuz?

***

İthal otomobiller her zaman en “havalı” otomobillerdir bu ülkede. Hoş, “yerli” dediklerimiz bile burada üretilmek dışında yerli bir özelliğe sahip değildir ya... Ayrıca takılan saatten, gidilen cafeye, giyilen pantolondan, kullanılan tıraş bıçağına kadar hep ithal, yani “yabancı” olanlar havalıdır.

***

Futbolda da mümkün mertebe yabancılara bel bağlarız. Eskiden bir teknik direktörlerle futbolcuları görürdük yabancı olarak, artık yardımcı antrenörler, kondisyonerler, maç analistleri, yetenek avcıları, falan feşmekan derken futbolda yabancıların el atmadığı, daha doğrusu bizim yabancıları bulaştırmadığımız hiçbir alan kalmadığını görüyoruz. İstisnai bir alan var gerçi... Hakemlik!

***

Eskiden ara sıra ülkemizdeki maçlar için yabancı hakem getirildiği olurmuş. Çok eskilerde kalmış bu ama. Üzerinde konuşacak durumda değiliz haliyle. Adeta mürur-u zamana uğramış bir vaka...

Günümüzdeyse yabancı hakem konusu, çok ciddi bir tabu haline gelmiş durumda. Bu ülkede kamu kuruluşlarının yabancılaştırılmasına doğru dürüst ses çıkmaz. Burnunda sivilce çıkan adam kontrol için apar topar soluğu yurtdışında aldığında “Türk doktorları ne güne duruyor” diyen olmaz, ülkeye gelen yabancı futbolcuları havaalanlarında binlerce kişi karşılar, ama iş yabancı hakeme geldi mi herkes “Türk hakemlerine güvenin, yabancılardan ne eksikleri var onların” diye duygu sömürüsüne girişir. Tabii bu kelamda bulunanların kaçı çocuklarının eğitimi için Çukurtepe Lisesi’ni Robert Kolej’e tercih eder, orası ayrı!

***

Öncelikle, kesinlikle yabancı şakşakçılığını yapmadığımı belirtmem lazım. Yanlış anlaşılmak istemem. Hatta kamu kuruluşlarının yabancılara satılması gibi durumların dünya görüşüme taban tabana zıt olduğunu da antr-parantez vurgulayayım. Ancak ülkede geri kalmış birtakım kurumların gelişmesinde, en azından şu anki kadar yıpranmasını önlemekte, yabancılarla işbirliğinin bir faydası olacaksa, buna da sırt çevirmek mantıksız. Tıpkı futbol hakemliği müessesesinde olduğu gibi...

İki gün önce bir maç oynandı, o günden beri ülke gündemini hakem işgal etti. Ne Kuzey Irak’taki kara harekatını konuşuyoruz, ne ekonomiyi, ne de başka bir şeyi. Varsa yoksa Cüneyt Çakır! Böyle bir ortamda kim hakemlik müessesesinin gelişme göstermesini bekleyebilir, kim hakemlerin rahat rahat maç yönetmesini umut edebilir ki?

Evvela Türkiye’de hakemlere karşı çok ciddi bir güven bunalımı var. Bunda hakemlerin zaman zaman yaptığı korkunç hataların yanı sıra, futbol izleyicilerinin de her olayı “taraftar” gözlükleriyle yorumlamasının ve takımları kaybettiğinde bunun sorumlusunu dışarıda aramaya çalışmasının da önemli bir payı var kuşkusuz.

Ahmet hasta Fenerli hakemdir, Mehmet Cimbom’un uşağıdır, Ali Beşiktaş’ın adamıdır... Ya da tam tersi Hasan Fener düşmanıdır, Hüseyin Galatasaray’ı bitirmek için görevlendirilmiş bir tetikçi, Veli de Beşiktaş’ın belalısı...

Kafamızda ister istemez “bu hakem kesin takım tutuyordur, eh, bu takım da neden benim ezeli rakibim olmasın, o zaman hakem kesin düşmandır bize” gibisinden bir görüş şekillendirmişiz. Bizler nasıl taraftarsak, hakemlerin de aynı bizler gibi birer taraftar olabileceğini düşünüyoruz. O yüzden yaptıkları her hatada kasıt arıyoruz. Haliyle hiçbirine güvenmiyoruz. Bu güven bunalımı da doğal olarak kendini en fazla, ülkenin en çok taraftara sahip kulüpleri olan Üç Büyüklerin kendi aralarında yaptığı maçlarda, yani derbilerde gösteriyor.

İşte bir müddet sırf bu krizi aşmak için dahi yabancı hakemlerin “ara-sıra” yurtiçinden maçlara getirilmesi gerekmektedir. En azından taraftarlar “Mejuto Gonzalez Fenerlidir, Massimo Busacca Cimbomludur, Kyros Vassaras Beşiktaşlıdır” diye onlara önyargıyla yaklaşmayacak, maçlarda yaptıkları hataları da, kasıt aramadıkları için, daha çok hoşgörüyle değerlendirebileceklerdir.

Türk hakemleri de bu süre içinde kendilerini gerilimi daha düşük maçlarda, baskıdan uzak bir biçimde, yavaş yavaş geliştirme fırsatını bulacaklardır. Hatta Türk hakemleri, kademe kademe daha üst düzey maçlara çıkarlarken, iş derbi maçlara geldiğinde de yabancılarla işbirliğinin şöyle bir faydası olur. Mesela yıldızı parlamak üzere olan genç bir Türk hakemini, FIFA kokartı almışsa, yabancı federasyonlarla anlaşma yaparak, oradaki derbilere gönderirsiniz. Atıyorum, Kyros Vassaras gelip burada Fenerbahçe-Galatasaray derbisini yönetirken, bizim genç hakemimiz de gidip Yunanistan’da Olympiakos-Panathinaikos derbisini yönetebilir. Bu da içerdiği gerilim açısından bizdeki derbiden aşağı kalır bir derbi değildir ama biz dışarıdan gelen hakemlere nasıl önyargısız yaklaşacaksak, dışarıdaki maçlarda da bizim hakemimiz aynı ölçüde rahat olacaktır. Böylece kendisini de, eğer gerçekten yetenekliyse, çok daha kolay ispatlayabilecektir. Hakemlerimiz böylesine bir süreç sonrası kamuoyunda yeteri kadar güveni sağlamaları halinde de ülkedeki her türlü maçın altından kalkabilecek düzeye gelmiş olurlar.

Söz konusu uygulamanın getireceği bir diğer fayda da, hakemlerimizin seviyesinin daha net bir biçimde görülebilmesini sağlaması olacaktır. Örneğin, Şampiyonlar Ligi finali yönetmiş bir Mejuto Gonzalez’in burada gelip yöneteceği bir derbide çizeceği performans, bizim hakemleriniz için pekala iyi bir referans noktası olabilir. Dolayısıyla “hakemlerimiz gerçekten yeterli de UEFA’nın çifte standardı nedeniyle mi üst düzey maçlarda bir türlü görev alamıyorlar yoksa henüz seçkin hakemlerin seviyesinde değiller mi?” sorusuna rahatça cevap bulabiliriz. Gerçekten yetersizlerse de bu eksikliklerin kapatılması için, az önce verdiğim “hakem takası” uygulamaları da dahil olmak üzere kademeli bir çalışmaya tabi tutulurlar.

Sonuçta “önemli maçlara yabancı hakem” getirme konusunun üzerinde daha fazla düşünülmesi gerekiyor. Bugüne kadar her şartta yerli hakem denedik ve bu hakemlerimizi de futbolumuzu da çok daha fazla yıprattı. “Türk hakemlere güvenelim” diye yabancı hakeme karşı çıkarken belki gerçekten yerli hakemlerimizi korumaktı niyetimiz ama sonuçta onlara daha çok zarar vermiş olduk.

Velhasıl, Türk futbolunun ve Türk hakemlik müessesesinin şu anki durumdan kurtulması için öncelikle halihazırdaki önyargıların, güvensizliklerin, baskı ortamının, gerilimin büyük ölçüde aşılması lazım. Sonrasında hakemlerimiz kendilerini gösterecekleri daha olumlu bir ortam bulacaklardır önlerinde. Bu sürecin aşılmasında da yabancı hakemlerden gelecek yardım büyük rol oynayacaktır. Tabii bunun için de o hakemleri Türkiye’ye getirecek cesareti göstermek gerekiyor.

Hiç yorum yok: