20 Aralık 2007 Perşembe

Abdurrahman Çelebiler




Türkiye’de futbol karakucak öğrenilir. Bunu açıklayabilmek için önce sıradan bir vatandaşın nazarında “iyi futbolcunun nasıl olduğuna” bakmak lazım. Bizim insanımıza göre uzun yıllar boyunca iki tür futbolcu oldu. Kaleci ve topçu. Kaleciyle topçunun nasıl iyi olduğuna gelince... Önce topçudan başlayalım. İyi bir topçunun yapması gereken yegane şey çalım atmaktı. Rakibinin sağından atıp solundan geçtin mi, onun belini kırdın mı iyi topçuydun. Arada bir de topa düzgün vurup doksana yollarsan senden büyüğü olmazdı. Kaleci seçmede de çok sağlıklı kriteri yoktu vatandaşlarımızın. Sadece bire bir pozisyonlarda akrobatik reflekslerle top çıkarmak iyi kaleci olmak için kafiydi. Zaten topu oyuna sokmak, yan toplar, pozisyon bilgisi ve sezgisi gibi kavramlar bize yabancıydı. Varsın iyi refleks yeterli bir kriter olsundu.

İnsanımız futbola bu kafayla bakınca ülkemizde de buna göre futbolcular yetişti hep. Yıllar ilerledikçe biraz oyunun mücadele yönünün de önemini kavradık ama bu da belli bir taktik disiplinden çok kavga dövüş çerçevesine oturtuldu.

Futbolcular ağırlıklı olarak sokakta yetişiyordu. Hoş, çocuğu altı yaşında altyapıya versen n’olacaktı ki? Orada da sokakta yetişen bir antrenör yetiştirecekti onları, yine günümüz futbolunun gerektirdiği o taktik disiplinden, bilgiden uzak olacaklardı.

Günümüzde hücum oyuncuları bu koşullar altında yine de idare edebiliyorlar. Ne de olsa bireysel yetenekleriyle, doğaçlama becerileriyle temel eksikliklerini maskeleyebiliyorlar. Fakat iş savunma oyuncularıyla kalecilere gelince bu mümkün olmuyor.

Zaten milli takımda sıkıntı çektiğimiz başlıca mevkilere bakacak olursanız bunların kale ve defans olduğunu net bir biçimde görürsünüz. Yetiştiremiyoruz çünkü, ne kaleci, ne de defans...

İşte şimdi zurnanın zırt dediği yere geliyoruz. Bu kaleci ve defans fukaralığı içinde, elde iyi kötü göze batan birkaç oyuncuyu illa ki övmek zorundayız. Özellikle Servet ve Volkan’ı övmek için kullanılan ifadelere dikkat etmek gerek: “Türkiye’nin en iyi stoperi” veya “Türkiye’nin en iyi kalecisi”... Tamam, bu ifadeler doğru olabilir ama bu onları gerçekten iyi birer kaleci ve stoper yapar mı? Ibrahim Sekagya da Uganda’nın en iyi stoperi ama bu onun yetersiz bir stoper olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bizimkilerin durumu bana “koyunun olmadığı yerde keçiye ‘Abdurrahman Çelebi’ derler” sözünü anımsatıyor.

Öncelikle Volkan ve Servet’in mevkilerinin gerektirdiği hangi temel özelliklere sahip olduklarını sorgulamak lazım. Volkan’ın pozisyon alışını, yan toplardaki başarısını, topu oyuna sokabilme yüzdesini, hangi durumda hangi tercihi kullanması gerektiğini (mesela içe kavisli ortalara çıkmak, dışa kavisli ortalarda çizgide kalmak gibi) bilip bilmediğini sorgulamak lazım. Ya da Servet’in hamle çabukluğunun yeterli olup olmadığı, savunmadaki partnerinin kademesine girmeyi ne derece becerdiği, savunmada alan parselizasyonundan anlayıp anlamadığını sorgulamak lazım. Bu irdelemeler sağlıklı bir biçimde yapıldığında görülecektir ki Servet de Volkan da en iyimser ifadeyle Avrupa’da mevkilerinin vasat oyuncuları.

En büyük sorun da bu irdelemelerin yapılamaması değil mi zaten? O yüzden yıllardır kendimizi yalancı savunma starlarıyla kandırıyoruz. O yüzden bu ülkenin yetiştirdiği en başarılı defans oyuncusu (Bülent Korkmaz) savunmanın temel prensiplerini tam olarak öğrendiğinde 32 yaşına gelmiş oluyor ve milli takıma o saatten sonra en fazla 3-4 sene faydalı olabiliyor. O yüzden milli takım hâlâ bir savunma krizi içinde. O yüzden uluslararası alanda yaşadığımız başarısızlıkların çoğunda yerli defans oyuncularımızın ve kalecilerimizin bireysel hataları hep ön planda.

Ama biz yine “Servet Türkiye’nin en iyi stoperi, Volkan Türkiye’nin en iyi kalecisi, o mevkilere yabancı transferine gerek yok” diye kendimizi kandıralım. Elimize de bir türlü şu işi kitabında yazdığı gibi bilen bir kaleci ve stoper gelmesin.

1 yorum:

fizikalibilitesice dedi ki...

güzel tespitlerle dolu muazzam bir yazı lmuş..teşekkürler..