2 Şubat 2010 Salı

Değirmenin Suyu




Türkiye’de ara transfer döneminde en çok gündemde olan kulüp Galatasaray’dı. Ancak bu biraz da Galatasaray’ın zaten spor basınının gündemi endekslediği üç kulüpten biri olmasına bağlı bir durumdu. Üç Büyükler arasında en çok kim transfer yaparsa, transfer döneminde en çok gündemi o işgal eder. Bunu bir tarafa bırakırsak, aslında dönemin en ilgi çekici takımı Ankaragücü’ydü.

Ankaragücü’nün bu sezon kimleri götürüp kimleri getirdiğini bizzat başkanları Ahmet Gökçek bile ezbere sayamıyordur muhtemelen. Yaz transfer dönemine “100. Yıl” sevdasıyla girdiler. O sırada kulüp başkanı Cengiz Topel Yıldırım’dı. Darius Vassell transferi bu döneme denk geldi. Bir yandan da Ankaraspor ile birleşilip birleşilmeyeceği konusu konuşuluyordu. Sonunda bu birleşme resmen olmasa da gayrıresmen oldu. Kulüp Ankaraspor’dan istediği oyuncuyu kadrosuna katmaya başladı, o arada Ahmet Gökçek de Yıldırım’ın yerine başkan seçildi.

Federasyonun duruma el koyarak Ankaraspor’u küme düşürmesinin sonrasındaysa bu sefer Ankarasporlu futbolcular için bir ek transfer süresi tanındı. O dönemde de Ankaragücü birçok oyuncuyu getirdi götürdü. Son olarak da Ocak transfer döneminde beş yabancı gitti, beş yabancı geldi. Durumun tuhaflığını görmek için şu örnek yeterli sanırım: Madiou Konate, Roguy Meye ve Stefan Senecky, Ekim ortasındaki ek transfer döneminde Ankaraspor’dan Ankaragücü’ne kiralandılar, Ocak transfer döneminde de kiralık sözleşmeleri feshedildi ve Ankaraspor’a geri gönderildiler.

Sarı-Lacivertlilerin transfer çılgınlığında kadroya kattıkları son beş yabancınınsa ikisi dünya çapında (Geremi ve Jerome Rothen), ikisi de Avrupa çapında (Marek Sapara ve Robert Vittek) şöhret sahibi isimler. Tabii bu noktada sorulması gereken en önemli soru, değirmenin suyunun nereden geldiği olacaktır. Zira Gökçekler kulübe bir nevi el koyduklarında, Baba Gökçek “kulübün 40 milyon dolar borcu vardı, müdahale etmesek batacaktı” diyordu. Aslında öncelikle o demece müdahale edilmesi gerekirdi normal bir ülkede ama burası anormal olduğu için yapılmadı haliyle.

Dört dönem üst üste Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen bir siyasinin nasıl bir ticari teşebbüsü ve bu vesileyle elde ettiği birikimi olabilir de 40 milyon dolarlık borca müdahale etmekten bahsedebilir? Hadi diyelim kendi değil, oğlu müdahale ediyor, babadan zengin olmadığı varsayılan 30 yaşındaki bir isim nasıl oluyor da böyle bir yükümlüğün altına girecek bir servete sahip olabiliyor?

Son transferlere gelince... Bunları yeni naklen yayın ihalesi ve bunun sonucunda yükselecek gelirlerle açıklamaya çalışacaklar olursa baştan uyaralım: İhale sonrası oluşacak yeni tarife, 2010-2011 sezonundan itibaren geçerli. Yani Ankaragücü’nün önümüzde yıl dağıtılacak paraları teminat olarak gösterip transfer yapma lüksü yok zira bu sezon sonunda küme düşebilir ve gelecek sezon için dağıtılacak paralar yerine avuçlarını yalayabilirler.

Kısacası Ankaragücü’nün kasasına tuhaf bir nakit akışı olduğu çok açık! Kasaya giren bu hortumun bir diğer ucu da Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kasalarına mı bağlı, yoksa işi kılıfına uydurmak için arada paravan şirketler mi var, normal bir ülkede çoktan bu durumlar araştırılmıştı. Ancak biz bu son sözü söyleyerek bir kez daha Türkiye’nin anormalliğini hatırlamakla yetiniyoruz, gerisi lâf-ı güzaf...

1 yorum:

Nerazzurri dedi ki...

Melih Gökçek'in yüzünü her gördüğümde ''indiragandi'' kelimesi geliyor aklıma !