16 Haziran 2008 Pazartesi

Altın Top’u Altıntop’a Vermek




Yukarıdaki fotoğraf Türkiye-Çek Cumhuriyeti maçının özetidir. Hamit Altıntop’un dünkü maçtaki performansı, Türkiye Çek Cumhuriyeti maçının da hikayesidir çünkü.

Lafı biraz dolaştırıp azıcık eskilere gitmek istiyorum. İnternet yok, özel televizyonlar yok, neredeyse mahalli takımları kapsayacak kadar geniş veritabanına sahip futbol oyunları yok... Böyle bir ortamda bir dünya kupası veya Avrupa şampiyonası olduğunda, takımlar hakkında fikir sahibi olmak için yaptığımız ilk şey, turnuvanın Panini çıkartma albümünü almak ve oradaki kadrolarda, kalburüstü takımlarda veya liglerde yer alan oyuncuları taramaktı. Mesela İtalya 90 öncesinde Kolombiya hakkında pek bir fikrimiz yoktu ama maçlar öncesinde Valderrama’ya odaklanmak gerektiğini biliyorduk. Takımın hemen hepsi Kolombiya’da oynarken o Fransa Ligi’nde top koşturuyordu çünkü.

Aynı mantıkla gelip bugün bizim milli takıma bakacak olduğumuzda göze ilk çarpacak isimse Hamit Altıntop olur. Adam Bayern Münih’te oynuyor çünkü. Avrupa’nın en büyük10 futbol markasından birinde...

Ancak Hamit’i turnuva başından beri Bayern’deki gibi en etkili olduğu yerde, orta sahanın ortasında kullanmamıştı Fatih Terim. Dünkü maçın ilk yarısında da önündeki Tuncay ile birlikte millilerin en kötüsü Hamit’ti. Takımın da sağ kanadı toptan çökmüştü.

57. dakikada Topal-Kazım değişikliği sonrası Hamit’in Topal’dan boşalan yere geçmesi, Aurelio biraz daha geri dururken onun forvetlere yakın oynaması, sağ kanattaki ölü toprağının da Sabri’nin dinamizmiyle atılması, Türkiye’nin dirilişindeki kilit faktörlerdi. O ana kadar biraz Arda takımı ileri sürüklemeye çalışıyordu ama yetmiyordu. Hamit’in ağırlığını koymasıyla takım uçmaya başladı.

Üç asist yaptı Altıntop. Üç gol atmaktan daha zordur üç asist yapmak. O, bunu başardı.

Tabii futbol çok tuhaf bir oyun. 2-0’ken Çeklerin Polak’la bulduğu pozisyonda topun direkten dönmesi, ardından Emre Aşık’ın Polak’ın kafasını yarmasına hakem Fjördfeldt’in faulü, yani penaltıyı vermemesi... Dünyanın en iyi üç kalecisinden biri olan Cech’in 40 yılda bir denk gelecek bir biçimde topu elinden kaçırması ve Nihat’ın beraberlik golünü atması... Euro 2004’ün en hücumcu teknik direktörü Karel Brückner’in, bu turnuvada en savunmacı teknik adamlardan birine dönüşmesi ve elinde Baros gibi bir kontratak silahı varken Koller gibi hantal bir oyuncuya 90 dakika boyunca tahammül etmesi...

Şu saydıklarımızın biri bile olmasa, bugün belki de Hamit ve arkadaşlarının müthiş mücadelesi sonuçsuz kalmış olacaktı. Ama futbol bu yüzden de güzel ya zaten... Yarım saat içinde birçok akıl almaz olay bir arada cereyan edebiliyor ve tüm bunların sonunda, turnuvada iki buçuk maçtır sağ bekte aksamakla meşgul olan bir oyuncu orta sahaya geçip takımını sırtlayıp çeyrek finale taşıyabiliyor. Üstelik, tekrar yazmak lazım, takımının attığı üç golün de asistini yaparak! Belki de Euro 2008’in en büyük bireysel gösterisini sergileyerek!

Ne var ki hâlâ köhne bir kulüpçü zihniyete hizmet eden ve Üç Büyüklerin peşinden koşmakla yetinen Türk Spor Medyası, bu maçın ardından Altın Top’u Altıntop’a vermeye bir türlü cesaret edemiyor. Adam Bayern Münih’te oynuyor çünkü. Avrupa’nın en büyük 10 futbol markasından birinde... Ve ne yazık ki Türkiye’de para etmeyen bir markada...

2 yorum:

Taylanov dedi ki...

Ne kadar akıcı bir yazı olmuş. Her kelimesine katılıyorum.

futbol dili ve edebiyatı dedi ki...

blog genel olarak çok marjinal. çok iyi.
karar: blogun takip edilmesine, bloglarda tavsiye edilmesine, benim blogumunda bu blogta tavsiye edilmesine, iade-i itibar yapılmasına, yiğidin hakkının verilmesine...