14 Haziran 2008 Cumartesi

Hollanda Bildiğini Okuyor




2006 Dünya Kupası’nda futbolseverler hiç de alışık olmadıkları bir Hollanda seyretmişlerdi. Takım Fildişi Sahili’ni 2-1, Sırbistan-Karadağ’ı da 1-0’lık skorlarla zar zor yenmiş, Arjantin’le golsüz berabere kalmış, en sonunda da ikinci turda Portekiz’e tek golle boyun eğerek evinin yolunu tutmuştu. Dört maçta sadece üç gol atabilmişlerdi ki bu hücumcu özelliğiyle tanınan Hollanda takımından belki de en son beklenecek şeydi.

Teknik direktör Marco van Basten, kendisine yöneltilen tüm eleştirilere rağmen, Hollanda’nın yıllardır büyük turnuvalarda defansif sorunlar nedeniyle başarıdan uzak kaldığını düşünüyor ve inatla savunmaya ağılık veren bir futbol oynatmayı sürdürüyordu. Euro 2008 elemelerinde de Romanya, Bulgaristan, Slovenya, Belarus, Arnavutluk ve Lüksemburg’un yer aldığı grupta, 12 maçta sadece 15 gol atabildiler. En farklı galibiyetleri 3-0’la Belarus karşısındaydı. Lüksemburg gibi Avrupa’nın en kötü 3-4 takımından biri karşısında bile iki maçta da 1-0’lık galibiyetler alabilmişlerdi. Tabii 12 maçta sadece beş gol yemişlerdi ve defansif açıdan bu önemli bir başarıydı. Van Basten’in istediği de bu değil miydi zaten?

Ancak görünen o ki Van Basten de Hollanda futbolunun doğasına aykırı bu durumdan yeterince sıkılmış. Hollanda takımı da bildiğini okumaya başlamış. Elinde Van Nistelrooy, Sneijder, Van Der Vaart, Van Persie, Robben gibi isimler olan bir takımın da yapması gereken zaten ofansif bir futbol oynamak olmalıydı. Nihayet doğru yol bulunmuş.

Fransa teknik direktörü Domenech’e baktığımızdaysa Van Basten’den daha inatçı biri olduğunu görüyoruz. Kağıt üzerinde belki de turnuvanın en iyi kadrosuna sahip Domenech ama takıma öyle bir defansif mantalite yerleştirmiş ki hücuma kalktıklarında topu Ribery’nin önüne atıp garibanı çatlatacak kadar koşturmak dışında ne yapacaklarını pek bilmiyorlar.

Romanya maçından farklı olarak dünkü maçta sağ açığa Govou geçmiş, Ribery oradan ortaya, santrfor arkasına kaymış, santrfor görevine de Anelka yerine Henry soyunmuş, Benzema dışarda kalmıştı. Lakin bu değişikliklerin Fransa’ya yarayıp yaramadığını bile anlama fırsatı bulamadık çünkü maçın başında Kuyt’ın kafasıyla gelen gol, oyunu tam Hollanda’nın istediği şekle soktu.

Hollanda’nın müthiş ayağa pas yapan ve son derece hızla hücuma çıkan oyuncuları var. Bu da demek oluyor ki Hollanda’ya karşı fazla açılmayacaksın. Aksi takdirde daha ne olduğunu anlamadan bir kontratakta topu kalende görebilirsin. Ama geriye düşünce gol atman da lazım, gol atmak için de açılman lazım... Gel de çık işin içinden!

Domenech de zaten bu işin içinden çıkmakta bir hayli zorlandı 1-0’dan sonra. Yaklaşık 20-25 dakika ciddi bir tedirginlik yaşadı Fransa takımı. Ancak daha sonrasında toparlanıp yüklenmeye başladılar. Adeta Hollanda-İtalya maçının bir kopyasını seyrediyorduk.

Fransa’nın fazla yüklenmeye başladığını gören Van Basten, ikinci yarının başında kontratağa biraz daha yatırım yapma amacıyla Engelaar-Robben değişikliğine gitti. 4-2-3-1’den 4-1-4-1 gibi bir dizilişe döndü. Ancak bu değişiklik sonrasında yaklaşık 15 dakika boyunca görüldü ki Van Basten’in hamlesi Fransa’ya yaramıştı. Orta sahada ipler tamamen Fransızların eline geçmişti. Hollanda kalesi de bunaldıkça bunalıyordu. Hatta 54’te Henry’nin Van Der Sar ile karşı karşıya kalıp hayretlere seza bir biçimde topu üstten auta göndererek harcadığı bir fırsat var ki adeta maçın kırılma noktasıydı.

Fakat Van Basten deyim yerindeyse dört ayak üzerine düştü ve Robben çıktığı ilk ciddi kontratakta, 55’te oyuna giren bir başka oyuncu Van Persie’ye golü attırarak hocasının verdiği karar nedeniyle kendi başını yakmasını önledi. Domenech’in cesaretiyse anca bu golden sonra geldi. Malouda-Gomis değişikliğine giden teknik adam, çift santrforla gol aramaya başladı. Fransızların bu baskısı nihayet bitime yirmi dakika kala Henry ile sonuç verdi. Lakin Hollandalılar adeta santradan topu alıp gittiler ve Robben’in iğne deliğinden geçirdiği topla farkı tekrar ikiye çıkardılar.

Bu gol aynı zamanda Fransa’yı nakavt eden goldü. Kalan sürede Govou’nun yerine Anelka’yı oyuna alıp üç santrforla oynamayı deneseler bile öylesine mağlubiyeti kabullenmiş bir havadaydılar ki hiçbir üretkenlik gösteremediler. Duraklama dakikalarında Sneijder’in attığı golse işin tuzu biberi oldu.

Böylece elemelerde son derece vasat takımlar karşısında 1.25 gol ortalaması tutturabilen Hollanda, turnuvada son dünya kupasının finalistleri önünde 3.5 gol ortalamasına ulaştı. Hollanda’nın bu futbol anlayışına ters gelebilecek takımlarsa muhtemelen cümbür cemaat kapanıp onların ele avuca sığmayan oyuncularına geniş alan bırakmayan ve yine onlara katiyen kontratak imkanı vermeyen takımlar olacaktır. Bu açıdan gruptaki son Hollanda-Romanya maçı bir hayli ilginç olabilirdi. Zira Romanya az önce yaptığımız tarife cuk diye oturuyor. Ancak Hollanda’nın şimdiden ununu elemiş, eleğini de asmış olması, Portakalların zaafları hakkında o maçta da çok net bir fikir sahibi olmamızı engelleyecek.

1 yorum:

Beercholic dedi ki...

Hollanda 2 maçta da golleri erken bulmanın avantajını yaşadı ve Van Der Sar olmasa 2 maçta da rakipleri geri dönebilecek pozisyonları buldular. Yani defansı hala S.O.S. veriyor Hollanda'nın bana göre. Yatsınlar kalksınlar kalecileri Van Der Sar'a dua etsinler... Yine de buradan babama sesleniyorum; "İyi ki 2000 yılında bana Hollanda forması almışsın babacığım. Sempatizanı olduğum ülkenin Milli Takımı, her turnuvada göze hoş gelen bir futbol oynuyor ve çokta sempatikler!"