8 Haziran 2008 Pazar

Yunanistan Modeli İşe Yaramadı




Fatih Terim turnuva öncesinde takıma 4-3-3 oynatacağını söylediğinde hemen hemen herkes bir kadro tahmini yapmıştı. Bunların kaçta kaçı 11’de 11 isabet sağlamıştır bilinmez ama herhalde hiçbiri bu 4-3-3’ün nasıl bir oyun anlayışıyla sergileneceğini doğru tahmin edememiştir.

4-3-3 dendiğinde çoğu kişi Hollanda tarzı bir 4-3-3 bekliyordu. Yani ilerde bir sol, bir sağ, bir de merkez forvetten kurulu bir hücum hattı, ortada da oyunu iki yönüyle de oynayan bir üçlü hat... Ancak dünkü maçta gördük ki Fatih Terim’in kafasındaki asıl model, Otto Rehhagel’in Yunanistan’ının modeliymiş. Biraz daha detay vermek gerekirse, Terim’in bahsettiği 4-3-3’ün açılımı 4-3-2-1 şeklindeymiş.

Yunanistan dört yıl önce böyle Avrupa şampiyonu olmuştu. Çok sert oyunculardan kurulu geri dörtlünün önündeki Zagorakis-Basinas-Karagounis (veya Katsouranis) üçlüsü rakip atakları çok iyi kesebildikleri gibi topu da ileriye doğru gayet olumlu kullanabilen oyunculardı. En ilerde Charisteas rakip savunmayla boğuşurken onun arkasındaki Vryzas ve Giannakopoulos da sürekli alan değiştirerek rakibin dengesini bozmaya, fırsat bulduklarında da Charisteas’ı toplu buluşturmaya çalışıyorlardı.

Türkiye maçın başında bir bakıma Charisteas’ın yerine Nihat, Vryzas-Giannakopoulos ikilisinin yerine Tuncay-Mevlüt ikilisi ve Zagorakis-Basinas-Karagounis üçlüsü yerine de Aurelio-Emre-Kazım üçlüsüyle bu sistemi uygulamaya çalışır bir görüntü içindeydi. Charisteas ile Nihat’ın birbirine tamamen zıt özellikte iki futbolcu olması (biri fiziği diğeri tekniği ve süratiyle ön plana çıkıyor) iki resim arasındaki en büyük aykırılık gibi gözükse de Terim’in sisteminin Rehhagel’inki kadar işlememesinin bireysel anlamdaki asıl sebebi, ortadaki üçlü hatlar arasındaki farklılıktan kaynaklanıyordu. Aurelio ile Emre belki Zagorakis ile Basinas’ı ikame edecek isimler ama Kazım, Karagounis gibi top rakipteyken rakibi rahatsız edecek ve top kapacak özelliklere pek sahip değil. Tabii ilerideki üçlü de Portekiz savunmasının dengesini bozacak derecede etkili olmayınca Portekiz oyunda müthiş bir hakimiyet kurmakta zorlanmadı.

Buna rağmen Portekiz maçın ilk yarısında, Ronaldo’nun direkten dönen frikiği dışında korkunç bir tehlike yaratmadı. İkinci yarıda Mevlüt’ün yerine Kazım’ın çekilmesi ve ondan boşalan bölgeye Sabri’nin alınmasıyla biraz daha Rehhagel’in takımına benzemeye çalıştık. Ancak arada oyuncu değişiklikleriyle gideremeyeceğimiz bir fark daha vardı maalesef. Yunanistan Avrupa şampiyonluğuna giden yolda bu oyun düzeninde üç sene boyunca ısrarcı olmuştu. Bizse üç hafta dahi yapmamıştık bunu. Dolayısıyla takım savunmasını bir türlü hakkıyla yapamadık. Portekiz’in ilk golünde savunmadan çıkan Pepe’nin takım arkadaşlarıyla verkaçlara gire gire kaleye yaklaşması ve bu esnada hemen hemen bütün Türk Milli Takımı oyuncularının nutkunun tutulması da bunun bir göstergesi.

Son çeyrek saatte Semih’in oyuna girmesiyle birlikte bu sefer yazının başında belirttiğimiz Hollanda usulü 4-3-3’ü de denemeye çalıştık ama bu da üzerinde uzun süredir çalışılan bir sistem değildi ve sonuç getirmesi biraz rastlantılara bağlıydı. Semih’in pasında Tuncay ıska geçmese belki o rastlantı gerçekleşecekti ama olmadı. Meireles’in son dakikada attığı golünse herhangi bir açıklamasını yapmaya gerek yok.

Türk Milli Takımı adına maçtaki en olumlu hadise, son dakikalarda Aurelio’nun Nani’ye yaptığı direkt kırmızı kartlık hareketin maçın hakemi Herbert Fandel tarafından görülmemesiydi. Eğer o kart çıksa, takım sadece üç puanı kaybettiği ile kalmayacak, sonraki iki maçını da, en önemli defansif orta saha oyuncusundan yoksun oynamak durumunda kalacaktı.

Hiç yorum yok: