12 Haziran 2008 Perşembe

Tufanın Ardından Kara Göründü




Nihat Kahveci şu anda Türkiye’nin uluslararası düzeyde açık ara en başarılı oyuncusu. İspanya Ligi’nde, iki kere çok ciddi sakatlıklar geçirmesine rağmen, altı senede 80 küsur gol atan ve iki kere de lig ikinciliği yaşayan bir oyuncu Nihat. Bu başarıları elde ederken de hep ikinci forvet olarak oynamış. Real Sociedad’da Kovacevic ile, Villarreal’de de Tomasson veya Rossi ile kurduğu ortaklıklarla parlamış.

Portekiz maçında en uçta tek başına kalmak, Nihat’ı etkisizleştirdiği gibi Türkiye’nin de hücum gücünü bir hayli azaltmıştı. Teknik direktör Fatih Terim de bu gerçeği kabullenerek İsviçre önüne en ilerde Nihat ile Tuncay’ı birlikte görevlendirerek başladı. Ancak bu sefer de Tuncay’ın turnuvanın hayal kırıklığı yaratan isimleri arasında adının geçmesini sağlayacak derecede kötü performansı, Türkiye’nin ilk yarıda hücumda bir türlü kendini gösterememesine neden oluyordu.

Emre’nin sakatlığıyla birlikte Tümer forma şansı bulmuştu. Onun her iki yanındaysa Arda ile Gökdeniz’i görüyorduk. Kısacası hayli cesur bir 4-1-3-2 dizilişi uyguluyordu Terim. Fakat Türkiye’nin savunmada çok büyük zaafları var. Hamit sağ bek oynamayı hâlâ yadırgıyor. Hakan Balta da diğer tarafta arkasına çok kolay adam kaçırıyor. Savunmanın sağı ve solu böylesine bozuk, göbeğinin önündeki yegane emniyet sübabı da Aurelio olunca, Türkiye her an her şekilde gol yiyebilecek bir takım görüntüsü çiziyor.

Tüm bu aksiliklerin üzerine bir de Nuh tufanını andıran yağmur eklenince oyun tamamen İsviçre’nin istediği yöne gitti. Türkiye’de forvetlerin arkasındaki Gökdeniz-Tümer-Arda üçlüsü, ağırlaşan zeminde bir türlü top yapamıyordu. Rakibinin orta sahasının ve kanatlarının hepten çöktüğünü gören İsviçreliler de bu zaafları değerlendirip Hakan Yakın’la golü buldu. Turnuvada Polonya asıllı Podolski’nin Polonya’ya gol atmasının ardından bu kez de Türk asıllı Hakan Yakın Türkiye filelerini havalandırmıştı. Zaten o da gol sonrası Podolski gibi ağırbaşlı davranmayı tercih etti. Podolski ile farklılaştığı noktaysa, golden birkaç dakika sonra benzer pozisyonda boş kaleye ikinci golü kaçırmasıydı. O pozisyon maçın da kader anı oldu zira fark ikiye çıksaydı, Türkiye’nin o bozuk yapısı içinde bunun altından kalkması çok zor olurdu.

İkinci yarıya gelindiğinde Gökdeniz ve Tümer’in yerine Semih ile Mehmet Topal’ı alan Terim, klasik 4-4-2’ye döndü. Aurelio-Topal ikilisi savunmanın önüne sağlam bir set çekerken Nihat da Semih’le birlikte aradığı ortağa kavuşmuştu ve çok geçmeden de yeni ortağını harika bir asistle selamladı, Semih de zaten Alex’den almaya hayli alışık olduğu böylesine bir asistle karşılaşınca golü bulmakta zorlanmadı.

Yağmurun devre arasında dinmesi, ikinci yarıya da golle başlanılması, Türkiye’nin bu bölümde çok daha baskılı oynamasını da sağlıyordu. Fakat kanatlardaki zayıflık devam ediyordu. Bir başka zaafsa zaman zaman hücuma kontrolsüz çıkılması ve savunma güvenliğinin elden bırakılmasıydı. Böyle anlardan birinde İsviçreliler neredeyse üçe bir yakaladıkları Türkiye savunmasına az kalsın cezayı kesiyorlardı. Felaketi Volkan önledi. Bu da ilk yarıda Hakan Yakın’ın kaçırdığı golden sonra maçtaki ikinci kırılma noktasıydı.

Maç berabere bitecek olsaydı, İsviçre’nin gruptan çıkabilmek için son maçta Portekiz’i yenmesi yeterli olmayacaktı. Üstüne üstlük Türkiye’nin de Çek Cumhuriyeti’ni yenmesini bekleyeceklerdi. Hal böyle olunca son dakikalarda panik halinde hücum girişimlerinde bulundular. Onların kontrolü böylesine kaybetmesi de Türkiye’nin kontrataktan ikinci golü bulup, Çek Cumhuriyeti’yle bir bakıma baraj maçına kalmasını sağladı.

Yazının açılışını Nihat’la yapmıştık, kapanışını da Arda’yla yapalım. Arda 2006/07 sezonuna müthiş bir başlangıç yapmasının ardından kısa sürede çok inişli çıkışlı performanslar göstermeye başlamış ve kafalarda da birçok soru işareti yaratmıştı. Özellikle fiziksel açıdan ilerleme kat edememesi büyük bir sorundu. Bu sezonun başlarında da bozuk görüntüsü devam edince fazlasıyla tartışılan bir isim haline de gelmişti. Sezonun son kısmında yine 1.5 sene önceki görüntüsüne yaklaşmıştı belki ama yine de önceleri beklendiği ölçüde büyük bir yıldız olacak mıydı, bu açıdan bir ispatta bulunamamıştı. Zira üst düzey bir futbol ortamında henüz kendisini gösterememişti. Ne geçen seneki Şampiyonlar Ligi, ne de bu seneki UEFA Kupası maçlarında...

Arda’nın söz konusu ispatı yaptığı maç, dünkü İsviçre maçı olmuştur. Oyunun genelinde aslında yine çok etkili değildi ama bence asıl yıldız karakterini ortaya koymasında bu durum daha da belirleyicidir. Çünkü yıldız oyuncunun bir özelliği de budur. Maç boyunca çok etkili olamasa da bir anda ortaya çıkıp maçı çevirebilen kişiler yıldız olur. Arda da dün bunu yaptı. Hanesine yazılacak bir başka artı da, ilk yarısı su balesi gibi geçen bir maçta, onca efor sarfedildikten sonra, son dakikada 50 metre top sürüp tüm bunların ardından golü getirecek şutu atmak için gereken gücü bulabilmesiydi. Bu yönüyle de artık fiziksel zaaflarını da asgari düzeye çektiğini göstermiş oldu.

Bu sonuçla birlikte Ay-Yıldızlı gemidekiler, hem mecazi hem de fiziki bir tufanın sonrasında, karayı gördüler. Tabii geminin limana yanaşabilmesi için son olarak güçlü bir Çek dalgasını da sağ salim atlatması gerekecek.

Hiç yorum yok: